“Gümüş tepside sunmuyor hayat istediklerimizi.”
Böyle söylüyor kuzenim gümüş tepside uzatırken kahve fincanlarını. Gözlerimi devirip, “ironi mi yapıyorsun?” diye soruyorum. Kuzenimin müstakbel eş adayının babaannesinin sesi yükseliyor o esnada.
“İroni ne güzel kızım? Nasıl yapılıyor o?”
“Çok basit teyzeciğim ben bir ara veririm size tarifini.”
Kuzenim kafasını eğip gülümserken karşımızda duran annelerimiz sıktıkları dişleri ve delici gözleriyle bize bakıyorlar. Önden annelerin tanıştığı bir toplantıda lakayt hareketlerimizin elbet bir bedeli olacağını okuduğumuz gözlerinden bakışlarımızı ayırıp birbirimize bakıyoruz. Oluşan sessizliği dâhiyane bir tespit ile bölüyor az önceki teyze.
“Kız çocuk oldu.”
Kahve fincanı inceden sallanıyor elimde. Teyzenin sözleri güm güm vuruyor beynime.
“Niye öyle dediniz?”
“Ne dedim?”
“Kız çocuk oldu dediniz.”
“Öyle derler.”
“Kimler?”
“Eskiler… Hani üzüntü babında, aman canım neyse…”
“Siz niye dediniz peki?”
“Aaa ne bu böyle? Ayıp, ayıp.”
“Bence de çok ayıp. Çok merak ediyorum.”
“Neyi?”
“O kız senin hakkını savunurken, seni iyileştirirken, eğitirken yüzüne nasıl baktığınızı merak ediyorum.”
Kuzenim boğazını temizler gibi yaparak öne doğru eğiliyor ve ekliyor.
“Bir de doğduğunda hiç konuşamayacak kadar üzüldüğünüz birini neden istemeye geldiğinizi. Bakın, burada da ironi yaptım.”
Kuzenim yanımdan kalkıp kahve fincanlarını gümüş tepsinin içine yerleştirirken, pembeleşmiş yüzlere gülümseyerek, “afiyet olsun,” diyor.
Çağla Özkan